Alev Ayyildiz2

[31 Mart 2011 Perşembe]
CEZAYİR'E FRANSIZ KALMAK
Fetihle sömürge arasındaki fark malumunuzdur. Birinde yüreklere hitap edersiniz, diğerinde topraklara ve maddesel zenginliklere. İki kavram arasındaki en belirleyici unsur, insan olmanın yapı taşı olan vicdan ve merhamettir. Eğer merhamet taşımıyorsanız, Yahudilerdeki benzer bir düşünceyle hareket eder, Dünya’daki diğer yaratılmışların sizin hizmetinize sunulan köleler olduğunu düşünürsünüz. Batı dünyasında yazık ki düşünce böyledir.
Türk – İslam tarihini incelediğinizde bu durumun üzerinde hassasiyetle durulur ve özellikle Osmanlı Döneminde hâkimiyet altına aldığımız topraklardan örnekler verilir. Beraberinde kan, işgal ve gözyaşı getiren sömürge imparatorlukları ise tarihe kanla yazdıkları sayfalarla anılır. Dünya üzerinde de iki ulus kurdukları sömürge imparatorluklarıyla dikkat çeker. Biri geçmiş zamanın üzerine güneş batmayan ülkesi İngiltere, diğeri ise Avrupa’nın son demokrasi getirmeyi (?) kendisine amaç edinen hürriyet aşığı ülkesi (?) Fransa.
Sömürge konusunda İngiltere’nin adı daha çok duyulsa da emin olun Fransa ondan daha tehlikelidir. Neden derseniz tarih boyunca her iki ülkenin de işgal ettikleri ülkeleri ve bu memleketlerin halkına uyguladıkları tavırlara dikkat edin.
Hindistan sömürgesinde her ne kadar Hint lokantalarına “Köpekler ve Hintliler giremez” yazıp, işgal ettikleri yerlerdeki halka kendi dillerini unutturacak kadar zulmetse de, İngiltere Fransa’dan daha insaflıdır. Sömürge kurduğu yerlerde İngiltere, halka milli benliğini unutturur, dilini ve kültürünü kaybettirir, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını sömürür ama yaşamalarına izin verir. Fransızlarsa bu konuda daha acımasızdır. Sömürdükleri yerlerdeki halka vahşi bir soykırım uygularlar.
Diyenleriniz olacaktır, esaret yaşamak ölmekten daha kötüdür diye ama malumunuzdur ki hiçbir tehlike bir milletin topyekun imhası ve soykırımı kadar yok edici olamaz. Sömürülen ülkeler, zaman içerisinde uyanışlarla yeniden bağımsızlığını kazanabilir ama yok edilen bir ulusun var olması söz konusu bile değildir.
Fransa’nın Afrika’da uyguladığı da bu tarz bir sömürgedir. Kara bahtlı kıtanın bir çok yerinde en büyüğü Raunda kabile savaşları ve Cezayir soykırımı olmak üzere soykırım uygulamıştır. Benin, Burkina-Faso, Cibuti, Çad, Gabon, Gine, Kamerun, Komor Adaları, Moritanya, Nijer, Senegal ve Tunus'ta da birçok katliama adını yazdırmıştır. Şu aralar Tunus’a kendince demokrasiyi getirmeyi amaçlayan Fransa’nın geçmişteki yaptıklarını görünce iyi niyetli olduğunu kimse inanmıyor. Ayrıca unutulan sanılan ama asla unutulmayan acılar, eski hesaplar yeniden açılıyor. Gerçi yaptıklarını meşru gören bir ulusun, hele ki bu denli etkin bir ekonomik gücü varken yargılanması imkansız.
Fransa bırakın Cezayir’de yaptıklarını kabullenmeyi, yada özür dilemeyi aksine o yıllar için soykırımı neredeyse zaruri olarak görüyor. Bilmeyenlere ya da unutanlara kısaca hatırlatmak gerekirse 130 yıllık bir sömürünün ve bir buçuk milyon insanın öldürülmesinin hikayesi yaşananlar. Tecavüzler, işkenceler, aklın idrakte zorlandığı türlü eziyetler.
Cezayir halkının bağımsızlık için yaptığı küçük bir protesto gösterisini dahi sivillere ateş açmakla engelleyen Fransızlar, 1945‘li yıllarda binlerce insanın öldürülmesiyle soykırıma başlar. Setif katliamı olarak tarihe geçen ilk olay, haksız, eşit olmayan, insanlık dışı ırkçı katliamlardan biridir. Şehir varoşları ve köylerde evler basılır, silahsız ve korumasız her yaştan sivil halk, ordu birlikleri ya da kolon milisleri tarafından öldürülür.
Bu olay Cezayir ulusal mücadelesinin dönüm noktası olur ve halkın da katıldığı silahlı devrimci mücadele dönemi başlar. 1954 yılına dek ufak çaplı çatışmaları içeren bir hazırlık dönemi geçirildikten sonra, 1 Kasım 1954 günü, Cezayir tarihinin en kanlı dönemini başlatan ayaklanma örgütlenir.
1 Kasım ayaklanması 72 yerleşim biriminde, eldeki elli tüfek ve diğer ilkel silahlarla donatılmış üç bin kişilik bir güçle başlatılmıştı ve yalnızca 5-6 Fransız askerinin ölümüne yol açmıştır. Fransızlar ayaklanmanın askeri gücüne önem vermediler ancak bir merkezden yönetiliyor olmasından son derece rahatsız oldular. Cezayir’deki 50 bin kişilik asker gücünü birkaç gün içinde 80 bine çıkardılar. Bu sayı 1955’de 200, 1958’de 800 bin oldu. Sayının artmasıyla birlikte soykırım sistematik bir hal alır. Direniş önderleri tutukevlerinde öldürülüp, köylülerin özellikle verimli ovalardaki ürünleri ve köyleri yakılarak her yaştan Cezayir köylüsü dağlık yörelere sürülür. On binlerce insanın yarı aç yaşamaya mahkum edildikleri toplama kampları oluşturulur. 1960 başlarında bu kamplarda tutulan Cezayirlilerin sayısı 2 milyonu bulmuştur.
Soykırım’da Cezayir’deki gelişmeleri yakından izleyen ve Fransa’ya destek veren ülke İsrail’dir. Özellikle MOSSAD, Cezayir'de gelişen bağımsızlık hareketini yakın takibe alır. İsrailli askeri uzmanlar, gerilla savaşı konusunda tecrübesiz olan Fransız birliklerine özellikle de gerilla savaşında helikopter kullanımı konusunda eğitim verirler. S. Steven'in yazdığı “The Sypmasters of Israel” adlı kitabında, Fransız birliklerini eğitmek için iki İsrailli generalin Cezayir'e gittiğini söylüyor. Bu iki general oldukça tanıdık isimler: İzak Rabin ve Haim Herzog, yani İsrail'in eski başbakanı ve eski cumhurbaşkanı.
Cezayir'de 1 Kasım 1954'te başlayan özgürlük hareketi 19 Mart 1962'de ilan edilen ateşkese kadar devam etti. Yaklaşık yedi buçuk yıl. Bu zaman zarfında 1.5 milyon Cezayirli şehit edildi. Diğer bir deyişle savaş süresince günde ortalama 557 Cezayirli katledildi. Bu kayıp, toplam nüfusun %16,5’una denk düşüyordu ve o güne dek bir ulusun gördüğü en yüksek oranlı katliamdır.
Fransız emekli general Paul Ausaresses'in, yazdığı bir kitapta, Fransız ordusunun Cezayir'de işlediği katliamları açıkça itiraf etmesi, ülke çapında geniş yankı uyandırmıştı. Ausaresses`in, kaleme aldığı ``Özel Servisler, Cezayir 1955-1957`` başlıklı kitapta, Fransız ordusunun Cezayir`de işlediği katliamları açıkça itiraf eder. İşlenen cinayetlerle ilgili olarak pişmanlık duymadığını belirten general, bu durumun kendisi için hiçbir zaman vicdani bir sorun yaratmadığını`` söyler ve yalnızca pişman olduğu bölümü ekler “Bir seferinde daha iyi konuşturabileceğim birini, tam konuşturamadan öldürdüm”.
Daha birkaç yüzyıl öncesine kadar tuvaleti bilmeyip insan pisliklerini balkondan aşağı döken, yıkanmadıkları için ten kokusunu kapatsın diye türlü parfümler icat eden, Giyotinle caddelerde kelle kesen bir ulusun, hele ki köle olarak gördüğü memleketlerde yapabileceklerini hayal etmek zor.
Temennim geçmiş yıllarda Cezayir katliamına Fransız kalan başta İslam âlemi olmak üzere tüm Dünya ülkelerinin bugün aynı uygulamayı Tunus’ta yapmasına izin vermemeleri. Umut edilir ki Kaddafi gibi bir beladan kurtulmak üzere olan ülke, Amerika’nın Irak işgalinde olduğu gibi daha büyük bir belaya düşmez.
Fakat, yazık ki Ortadoğu ve Afrika ülkeleri ağırlıklarını arttırmadığı müddetçe bu senaryoların yaşanması muhtemel.
Bunun anahtarı da şüphesiz birlikte hareket etmekten ve bir bütünün parçaları olduğunu anlamaktan geçiyor…
Demokrasi uyanışlarının birlik ve beraberlik getirmesi temennisiyle…
Selam ve dua ile…
![]() |
