//-->
Başyaylam
NOT: Bu site www.basyaylahaber.com'a taşındı.

basyaylam | Başyayla

Mert Aslan11


Mert ASLAN

[21 Mayıs 2011 Cumartesi]
ÇİÇEKLER KADAR EVET!
     İnsanların sıklıkla telaffuz ettiği “mutlu bir yuva”nın nasıl bir şey olduğuna ilişkin duygu ve düşüncelerim, yaşanmış bir öyküye dayanmamaktadır. Çünkü hiç tatmadım… Kanı ya da yargı oluşturmada “a priori” kavramına fazlaca atıf yapan biri olarak, bu konudaki görüş ve yorumlarımı önemsediğimi söyleyemeyeceğim.

     Geriye dönüp baktığım zaman, aile ortamı ile ilgili olarak aklımda kalan en belirgin olay, aklımın erdiği günlerden itibaren acıyla tanıklık ettiğim anne-baba kavgalarıdır. Kardeşlerimle birlikte bütüm çocukluğumuz, annemle babamın çoğu zaman şiddet boyutuna ulaşan kavgalarının gürültüsü içinde geçmiştir. Annemle babamın şakalaştığını ya da konuşurken en azından birinin gülümsediğini gördüğüm anlarda çok, ama çok mutlu olurdum; ama bu lüks anlar neredeyse iki ayda bir gelirdi…

     Görücü usulü ile evlenmişlerdi. Kavgaların, babamın annemin ikinci kocası olduğunu öğrendiği ilk haftanın sonunda başladığını çok sonraları öğrenmiştim. Anlaşılan, sadece evliliği izleyen ilk hafta kavga etmemişlerdi. Ondan sonrası, 23 yıl boyunca dur durak bilmeden sürecek olan bir sinir savaşının, şiddetin, cinnetin yol açtığı bir aile kıyametine sahne olacaktı. Bazı gecelerin sabaha yakın vakitlerinde annnemin hıçkırıklar içinde cinnet geçirip saçını başını yolarken attığı çığlıklarla uykularımdan uyanırdım. Minicik yüreğim, ölüm derecesinde bir kederle dolardı…

     Sonunda, en kötü ihtimal gerçekleşmeden ayrıldılar. Evlilikleri bitti; fakat anne-babalık devam etti.

     O günler, ruhumda derin izler bıraktı. O yüzden, mağduriyetin acıları içinde ağlayan bir kadın görmek dayanabileceğim bir manzara değildir.

     Olanları bir nebzecik olsun unutabilmek için gündüzleri evden kaçarcasına çıkar, soluğu evimizin etrafını saran uçsuz bucaksız kırlarda alırdım. Özellikle ilkbahar geldiğinde tarlaları tümüyle kaplayan sapsarı hardal çiçeği denizinde dolaşırdım. Orada sapanımla kuş avlar, kelebekleri ve kertenkeleleri kovalar, bitkileri inceler, onlarla söyleşirdim. Kimi zaman evimizin yakınında bulunan Seyhan Gölüne ya da ırmağına giderek akşamlara dek hem yüzer, hem de sazlıklardan kestiğim bir kamışın ucuna bağladığım oltamla balık avlardım.

     Sık sık çocukluğuma doğru yürüyüşler yaparım. Bu hoşuma gidiyor ve bazen kendi kendime şöyle diyorum: “Sınırı olmayan istek ve düşlerle yaratılmış olan insan için, kısıtlı dünyada yüksek mutluluk beklentileri gerçekçi değildir. Hayallerimizle başa çıkamayız. Ne kadar çok şey istersek, o kadar mutsuz oluruz. Olanca mutsuzluğuna karşın, çocukluğumun bakir, yemyeşil kırlarında, ırmağın ve gölün kıyılarında geçirdiğim o günler ne kadar da güzeldi! Şimdi o müstesna ve talihli günleri anımsadıkça, sevinçle gülümsüyorum.” Ve şunu soruyorum: “Bir insan hayatı için bu kadar mutluluk yeterli değil midir?”

     Ardından, coşkuyla “Evet!” diyorum. “Gökteki yıldızlar kadar, kırları kaplayan çiçekler kadar “Evet!!!”




Bookmark and Share
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol