//-->
Başyaylam
NOT: Bu site www.basyaylahaber.com'a taşındı.

basyaylam | Başyayla

Eda Bildek9


Eda BİLDEK

[23 Mayıs 2011 Pazartesi]
SİZCE BİR GÜN YENİDEN MUHTEŞEM OLUR MUYUZ?
     Ne kaldı ki bozulmayan, dengesi alt üst olmayan? Olup biten hadiseleri bıkmadan ve usanmadan arka arkaya kaybeden çağımızın karanlık köşelerine efkârlı bakışlar fırlatırken gözlerimiz, yürek yangınlar içinde tutuşurken ve biz birçok benlerin içerisinde parçalara bölünüp sonra yeniden bütün haline gelip, yeniden dağılırken; dil usanç ve utanç karışımı fısıldıyor sorulması gereken en asli soruyu: ne bozulmadan kalıyor ki?

     Bir devlettik biz var olmaya ve dalgalanmaya, sınır sınır genişlemeye yol almış muhteşem bir devlettik biz… Süleyman’ın devrinde muazzam bir denge içinde dönerdi muazzam bir çark! Defterden deftere düşerken fetihler, ince ve derin bir zekâdan damıtılmış bir isimdi geçmişimiz! Fatihin devrinde kıskanılası bir orduyduk biz, fethedilmeyeni fethetmiş, imparatorlukları devirmiş, peygamber ile müjdelenmiş bir isimdik biz!

     Her şeyin bir şey ile bir şey arsında durduğu bu düzende muhteşem bir millettik biz! Hani kan ve candan öte devlet diyen bir millettik biz… Biz; benle biz, birle çok, kul ile devlet arasında gidip gelen bir yazgının içinde dengeydik biz… Ne zaman ki batı hırslandı yenilgilerinden, anladı deviremeyecek bir ordu olduğumuzu derinden, kuvvetimizin Kuran’dan geldiğini idrak edince, yavaş yavaş sızıverdi kanımıza derinden o zaman bozulmaya başladık hafiften!

     Beden ve kol, elle silah, kalpteki kan ile onun beslediği uzuv arasında… Beden kol ile el silaha cihad ile kalp kanda iman ile durduğunda güçlüydük biz… Hiç bir şey bozamazdı kalbimizi çünkü dergâhımızda yükselirdi ayetler edep ile… Karışırdı gözyaşlarımız Allah aşkı ile! Kıskanılası medeniyetimize göz dikince birileri, önce edep yok oldu sonra duymaz olduk kuranı hakkıyla ve ardından tükendi aile kavramımız, şimdilerde bozulmuş bir milletiz biz…

     Başlangıçta nizamın akışında kurulmuşken dengemiz sonra tezadın nizamına devriliverdik. Değiştikten sonraki biz, değişmeden önceki bizden bambaşka bir şeydik… Bozgun bunun adıydı! Korkunç bir acıydı! Millet yalnızdı… Devlet kandı… Kalplerde bunun adı bambaşkaydı. Yoktu bunun tarifi, tarihçilerce göre dağılmaların başlangıcıydı! Kimilerince inkârdı, Bazılarımızca içten bir ihanetin sızısıydı! Bu gün biliyoruz tüm bunlar on altıncı asırda başladı…

     Görünmez küreler üzerinde yaşayan bütün yıldızların, ay ve güneşin el ele verip gökyüzündeki en yüksek noktaya ulaştıktan sonra kaçınılmaz olarak inişe yöneldikleri gibi bizimde yüzümüz on altıncı asrın muhteşem güneşi battıktan sonra gruba bakıyordu. Bu bir yazgımıydı tartışılır? Ama biliyoruz ki her şey hiçbir zaman aynı kalamıyordu! Aynı kalamamak bir yazgı, bu da bir gerçek!

     Yine de zaman geçiyor… İnsanlar değişiyor! Çağlar ilerliyor ama eski hiç durmadan yeni insanların kalbinden de fışkırıyor! Çağımızın içinde de yapay, milletine düşman, vatanını, insanını kirleten menfaatçi kişiler var! Ve bunlar her şeyin hiç durmadan değişime uğradığı anlarda kalbimizi bozguna uğratmak, yazgımızı kirletmek için her daim nöbette! Helak edilen nice ümmetler vardı ve yazgısı kuranda yazılıydı! Eğer helak olmak yazgısı içinde bir ümmet isek mutlaka rabbin katında yazılı bir yazı olması lazımdı ve olan yazı üstümüze derin derin yağmalıydı!

     Üzerinden derin bir sarsıntı, kulakları sağır edici bir çığlık, ya da tufanda yok olan ümmetler kadar lanetlenmiş değildik elbette… Ama onlar kadar yoklanmış bir ümmettik! Guruba bakmaya başlayınca bir kere inişler ile sınanmış bir ümmet olmuşluğu tatmıştık… Bozulmayan ne kalmıştı ki biz bozulduğumuz zamanda? Biz bozguna uğradığımızda; rüşvet, yolsuzluk, iltimas, adaletsizlik, devletin halkına haksızlığı, yönetmeye adayların yanlı vaatleri, halkın devletine ihaneti, tembelliği, her biri ve dahası yükseliyordu! Devlet eziliyor, halk alçalıyor; tüm çirkinlikler yükseliyordu!

     Ne kaldı ki bozulmayan, dengesi alt üst olmayan? Her şeyin bozguna uğradığı günümüzde, en çok da kalplerimiz kanıyordu! Ne tuhaf bu gün ben bembeyaz bir sayfa açmışken, kalem yine simsiyah döküldü! Gün aydınlık, evet güneş de var! Bilgisayarın başında ruhunuzu havaya sokacak müziklerde mevcutken, kalp aşkı yazmak, umut vermek isterken; kelimeler içinize boca olmuşken, yine simsiyah bozgunlar dökülür parmak uçlarınızdan! Durursunuz, yazmak ve yazmamak arasında savaşa tutulursunuz! Yazmak istediğiniz aşktı aslında, aydınlık gülüşlerdi, değerlerdi ama kalbiniz karanlıklara takılıverir ve siz o karanlıklara susamazsınız!

     Kelimeler kendini kalbe bırakır, parmaklarınız klavyenin tuşlarına dokunur ve metin bozgunluğa karşı dimdik yola koyulur! Ama siz yazar mısınız, Yaz-ar mısınız? Kalbinizi yoklarsınız, yıkılırsınız! Acırsınız… Kalp feryat etmek ister, siz susturmak! Değmesin, dokunmasın birilerinin kalbine dersiniz ama sonra değmeli ki bozgundan dönelim dersiniz!

     Bocalayıp durursunuz! Yaz-ama-zsınız… Ama yazarsınız! Yazamazsanız, yazar olamazsınız. Dahası sadece susmuş da olmazsınız… Kirlenmiş, dağılmış, bozguna uğramış olursunuz! İşte buna dayanamazsınız! Bu yüzden yazarsınız… Sizce her şeyin hiç durmadan değiştiği günümüzde, bozguna uğrayan yanlarımızdan taptaze doğar mıyız? Mutlaka doğmalıyız!




Bookmark and Share
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol