//-->
Başyaylam
NOT: Bu site www.basyaylahaber.com'a taşındı.

basyaylam | Başyayla

Eda Bildek10


Eda BİLDEK

[30 Mayıs 2011 Pazartesi]
BİZ FATİH'İN NESLİYİZ VE HALA FETİHDEYİZ
Konstantinopolis;
Kaç kalbin düşüydün çağlarca
Kaç duadan ayet ayet dökülürdün hülyalarda
Yarınlarda, gündüz ortalarında
Kırkikindilerde ve kuşluk saatlerinde
Bir mihrap önünde aşk ile dilenendin!
Bizans’ın ve dahası kaç milletin dileğiydin…
Yüce peygamberin müjdesiydin…
Bir fetih vaktindesin,
Ve Fatih’in nasibisin!
“ Güneş katlanıp dürülmeden…
… Ve Yıldızlar kararıp dökülmeden”
29 Mayıs 1453’ün kutlu vaktinde
Peygamberin duasından,
Akşemsettin’in rüyasından
II. Mehmet’in kılıcından ve
Ulubatlı Hasan’ın kanından
İslambol olandın sen!
Şimdi çağlardan nazlı bir sevgili gibi süzülen
Uğruna savaşlar yapılmış,
Bize emanet İstanbul’sun sen!


     Bundan 558 yıl evvel… Osmanlı 15 yy içinde! Tahta genç padişah II. Mehmet… Çelebi Mehmet’in torunu, II. Murat’ın kutsanmış oğlu! Babasından devraldığı sultanlık omuzlarında… Gözleri ötelere uzanmış kederli komutan… Yazgısı çok önceden yazılmış, müjdesi asırlar öncesinden peygamberin mübarek dudaklarından dökülmüş… Ama nereden bilsin padişah; müjdelenen ismin kendi ismi olduğunu! Sabırsız ve tutkulu bir istek onu kavuran ve ruhu ateş ile sınanmakta…

     Ellerini Rahmana açmıştı sultan. Sağ yanında Cebrail, sol yanında hocası Akşemsettin! Gözlerinde 22 kez kuşatılmış fakat alınamamış şehrin kederi, bileğinde kılıcı ve kalbinde imanı… Semadan sızan ışıklar, çağların müjdesini fısıldıyordu kulağına… Ama duymuyordu genç sultan! Dört serafim meleğinin taşıdığı devasa kubbenin altında, yüzünü kıbleye dönmüştü! Roma imparatorluklarını, savaşları, medeniyetleri ve atalarını getirdi gözlerinin önüne, el açtı bir kez daha fetheden olmak duasıyla… Yakardı rabbine, iman dolu, inanç dolu, kan ve can pahasına istedi dileğini…

     Ruh, beden ve gönül camından süzülen bir aşktı padişahın varlığında… Yakıyor, kavuruyor ama küllenmiyordu! Atalarının izinden güneşe doğru yürüyordu ağırca… Gözleri ötelerdeydi, hedefi Konstantinopolis! Tarihin paslı yollarından gelmişti buraya. Sisli günlerin ve yağmurlu gecelerin içinden… Savaşın ve açlığın ortasından! Ateşin ve kılıcın gücüyle… İmanın izinden edeple, mağrur ve onurlu; kan ve ölümü ensesinde hissederek yürümüştü fethe… O ne kutlu padişahtı, yürürken bilmedi. Ah bir bilseydi! Bilseydi de kalksaydı göğsünden bir dağ! Açılsaydı nefesi sonsuzluğa… Ama o bilmeden ölüm pahasına yürüdü!

     Haçlı ordusunun kanlı emellerine, Bizans’ın hain saldırılarına, içinden çıkan vatan hainlerine ve imkânsızın fethine dokundu kılıcıyla… II. Mehmet! Osmanlı sultanı! Babasının oğlu… Atalarının kanını taşıyan soylu isim! Sırtında hırkası, bileğinde kılıcı, sırma işlemeli büyük kırmızı otağında topladı ordunun bütün ileri gelenlerini… Kanlı savaşın ortasında, düşmanlarının saldırılarına karşı; gözlerindeki kazanma aşkıyla süzdü bir bir odadakileri… Bundan asırlar önce! Kutlu günün yazgısıyla seslendi:

     “- Vezirlerim, paşalarım, beylerim, hocalarım, silah arkadaşlarım! Hepiniz büyük fedakârlıklar gösterdiniz. Ama sizden daha fazlasını istiyoruz. Bu şehri artık alınız! Bize mazeret değil; müjde getiriniz, sebat bekliyoruz!”

     Böyle seslendi, böyle yokladı yol arkadaşlarının kalbini! Onunla bu kutlu yolda devam etmeye kaç yürek vardı belki de bunu öğrenmek istedi! Gidilen yol kolay değildi ki, her yüreğin nasibi değildi düşmana karşı sebat göstermek! Söz istedi çavdarlı Halil paşa! Kolay mıydı fatihe dur diyebilmek? Değildi elbet ama titrekçe döküldü sultana:

- Hünkârım barış yapalım!

     Fatih’in duymayı beklediği sözler dökülmedi paşadan, zafere koşmak için çıldıran bir kalp durur muydu? Durmayacaktı elbet! Durmayacaktı da durmaya niyetli olanları keşfe çıkmıştı belki de… Zagonos paşa dokundu sultanın bakışlarına, eğildi önünde aşkla! Ve döküldü padişahın kalbine ısrarlıca:

  - Kulunuz, kölenizim hünkârım; fetih yolundan dönmeyelim

     Sultanın gözleri ışıldadı sevinçle, hocasına baktı; aşkına ümit ararcasına!
Hangi âşık kalbindeki aşka dokunmak istemez ki? Dokunmadan nasıl terk eylesin sevgilinin kapısını! Hocası el verdi sultanın aşkına! Rüyasının ışığını saçtı alnına! Fetih yakındır dedi! Akşemsettin kutsanmış komutanın, fatihin hocası! Şefkatle, gururla süzdü öğrencisini ve tane tane döküldü müjde dolu sözler:

- Konstantinopolis sizindir, nasibinizdir!

     Sırma işlemeli odasında dimdik yürüdü sultan! Gözünde aşk vardı, sözünde kuvvet:
“- Ya Bizansı alırım ya da Bizans beni!”

     Savaş meydanlarında, sokaklarda hutbelerden döküldü müjde! Tek vücut oldu Osmanlı!
Yağmur duasına çıkar gibi fetih duasındaydılar! Tüm halk oruçlu geçirdi pazartesi gününü!
Pazartesi kutlu anlara şahit olma yazgısındaydı yine! O fatih olduğu için, biz kutsanmış bir orduyduk!

     Çok önceden peygamberin duasında müjdelendiği bir anla yazıldığı için yazgısı asırlardır en çok anılan isimdi onun ismi! Belki de bu yüzdendi “alnımızın yazgısını alnında taşıdığı için alnımızda onun yazgısını taşıyışımız”…

     Savaş dediyse ordusuna, ordudan önce savaş meydanında olacağından emin olunan padişahtı o! İşte bu yüzdendi fatih oluşu! Bu yüzdendi tüm onuru!

     Tarih 29 Mayıs 1453… Ulubatlı Hasan Bizans surlarına çıkarak Osmanlı sancağını dikti! Beraberinde otuz arkadaşı! Hepsi aynı aşkla aynı yolda! Sırtlarında düşman ve onlar kanlarına pahasına durmadılar… Dudaklarından rahmetle döküldü Ulubatlı hasanın son sözleri:

- Allah’ım bu sancağı buradan indirme!

     Böyle canla kazanılmıştı bu fetih ve ancak böyle âşıklar kazanabilirdi!

     Bu yüzden söylemişti sultan:
“- Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı hasan olmak isterdim” diye…

     Ellerini Allah’a açmıştı sultan. Ona akıl, cesaret, hırs ve sabır verdiği için. Dünya ancak onun gibi bir hükümdarın buyruğunda var olabilirdi… Dünya ancak onunla bir olabilirdi. Dünya’yı ellerini açtığı rabbinin huzurunda içinde hissetti! Boğazı düğümlendi, titreyen ellerini iyice yukarı doğru açtı. Gözlerinde zafer vardı, alnında gurur; kalbinde sevinç! Çıkardı II. Mehmet ismini sırtından ve aşkla giydi fatih ismini! O artık fatihti! Hiç kuşku yok ki onur her zaman ona aitti. Peygamberimizin sözleri çınladı kulaklarında, sanki onun sesinden duyarcasına. Ayasofya’nın kubbesinde:

“- Kostantiniyye elbet fethedilecektir: Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel asker”

     Şimdi sene 2011! İçimizde aynı coşku… Dilimizde aynı sözler…

Tüm kalpler de fatih olma düşü… Biz böyle bir kumandanın, sultanın nesliyiz!




Bookmark and Share
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol